Evet

Mecbur bırakılma hissini bir türlü sevemedim ben. Emri vakileri sevmedim. Gönlümün atmadığı ortamlarda bulunmamaya çalıştım hep. Belki burnunun dikine gitmek ama gittim. Keşkelerimden çok tövbelerim oldu. Kapattım o defterleri. Umutluyum. Hatalarımdan ders çıkardım, en azından bana ne öğretmesi gerek bu yaşadığımın diye hep sordum. Böyle oldum. Hayatta iyi bir insan olmak için ayrı, iyi bir insan olarak kalmak için ayrı çabalanırmış onu gördüm. Değiştim elbette. Kendimi de kaybettim. Sonra kaybettiğimin ben olmadığını fark ettim. Kaybettiğimin aslında beni bulmak için bir basamak olduğunu da. Daha da değişeceğim. Ama iyi olmaktan, iyiyi yaymaktan vazgeçmeyerek. Mesela anlatmamaya karar verdim. Mesela artık bazı şeylerin konuşarak değil susarak çözümlendiğine. Bazen bir bakışın saatlerce konuşmaya denk olduğuna ve bir sarılmanın da tüm yaraları iyileştirebileceğine. İnanmaya başladım artık, hem de daha çok. Yol uzak değil, gönül uzak insana. Kaçmayı ve dahi kendimden kurtarmayı öğrendim insanlardan. Daha kalın duvarlar örüp, yine de dışarda olmayı istediğimi fark ettim. Bir çocuğun gülüşünde buldum kimsenin anlamadığı beni. O bana seni anlıyorum diye baktığında ağladım doyasıya sevinçten. Duydu dedim. O duydu sesimi. En olmaz denilen insanlardan, en pis denilen yerlerden, tabureli masalardan umut ederek yok öyle değildir diyerek inşaa ettim kendimi. Başkası olamazdım. Buyum. Buradayım. Olayların en kötü yanından bakan da benim elbet. Çünkü yaşamak biraz da savaşmaktır demişlerdi. En kötüye hazırladım hep kendimi. Ama gönlümdeki baharı hiç eksik etmedim. Dalım kırıldı, çiçeğim döküldü elbet. Ama köküm sökülmedi henüz. Öğrendim….

Yorum bırakın